Kurulu düzenimden ayrılarak,
alışılmış hayatımın konforunu 168 gün için terk ederek çıktığım yolculuğun ilk
günü…
“Düzen”in benim için önemini daha
bir anladım bu vesileyle. Niye şimdiye kadar böyle bir yolculuğa çıkamadığımı
da! Bazen kendi düğümlerimizi öyle sıkı bağlıyoruz ki açmak mümkün olmuyor malesef.
Hz. Mevlana’nın feryadıyla sesleniyorum
kendime; “ne vakte kadar ney gibi düğümlü kalacaksın?”
***
Uçaktayım.
Uçaktayım.
Toronto’ya doğru!
Allah’ın geniş arzında yeni keşiflere
doğru bir yolculuk bu…Yeni bir ülke, yeni bir şehir, caddeler, insanlar, yeni bir yaşam düzeni, yeni bir
kültür.
Rabbimin bana vereceği her birim
hayra öylesine aç ve muhtacım ki!
Dünyayı ve kendimi keşfetmek,
dilde derinlik kazanmak, dünyanın en iyi üniversitelerinden birinde eğitim almak,
tezim için okumalar yapmak…. Bütün bunları bir huzur ve dinginlik içinde ve
kendimle beraber yapmak!
Aramak, bulmaya doğru ümitle adım atmak...
Aramak, bulmaya doğru ümitle adım atmak...
Binlerce kilometre uzağa giderken, aslında yanı başımdaki kendime yolculuk edebilmek! Nedensiz ve baskıcı
koşuşturmacaların tasallutundan kurtulmak, başka bir coğrafyada Tanrı’nın
sesini aracısız duyabilmek.
Bu kararı alabilmek, bunun
niyesini yakınlarıma ve yakın bildiklerime anlatabilmek -ya da anlatmaya
çalışmak- onlarla birlikte bu fikre alışmak ve bunun için yapılması gerekenleri
toparlayabilmek…Zor iş! Annem, işim, akrabalar, dostlarım ve abim… Benim baba yâdigârı abim! O’nun desteği ile aldığım anne rızası.
***
Kendi düzeni ile genel olarak barışık
olan benim için evimden, yaşadığım çevreden, İstanbul’dan ve bunların içine
aldığı her şeyden vazgeçmek hiç kolay değil şüphesiz. Bu sebeple etrafımdaki
bazı insanlara bir parça çılgınlık gibi gözüküyor bu yolculuk.
Olsun… Ne diyordu şarkı “a little
rain never hurts no one!”
***
Yolculuk öncesi biraz hazırlık
yapmak istiyordum aslında. Fakat yapılması gereken işler, 28 Haziran’daki yeterlilik
sınavı ve son bir ayın ramazana denk gelmesi... Yeterince zihni ve
hatta fiziki hazırlık yapamadım Toronto için.
Rutin işlerin yanında "ben yokken" zamanı için mesai sonrasında hazırlanan raporlar, çıkarılan listeler...
Akraba ve dost buluşmaları...
Akraba ve dost buluşmaları...
Güzel insanlar...
K. ile birlikte İsmail Kara Hoca’ya
gidişimiz, Hoca’nın haliyle ve sohbetiyle vaktin “vakit” olması... Her bir kelimenin bir
inci gibi ışıldaması.
Hocanın sözlerini ihtimamla sarıp yüreğime koysam ve Toronto vakitlerinde tekrar tekrar hatırlasam diye düşündüm onu dinlerken...
Hocanın sözlerini ihtimamla sarıp yüreğime koysam ve Toronto vakitlerinde tekrar tekrar hatırlasam diye düşündüm onu dinlerken...
A ile Süleymaniye’de iftar,
ardından teravih ve birlikte yaptığımız sahur.
İki “kadim dost”, sevgili Süleymaniye ve sevgili A.
İki “kadim dost”, sevgili Süleymaniye ve sevgili A.
C’ın beni uğurlamak için kalkıp taa
B. dan gelmesi.
Ü.’de yaptığımız iftar…
hepsini güzel anılar olarak aldım yanıma.
hepsini güzel anılar olarak aldım yanıma.
Ofis işleri, ziyaretler,
Ramazanın hiç değilse birkaç gününü güzel yaşayabilme gayreti yolculuk
hazırlıklarımı son güne bıraktı.
***
Pazar günü C’ı uğurladım, eksik
kalan birkaç parça eşya için alışveriş yaptım ve gece hiç uyumadan valiz
hazırladım. 3 mevsimin gereğini 2 valize sığdırabilmek; bunu bel problemimi, en
“rasyonel” giysi seçeneğini ve Toronto’nun çetin kış şartlarını dikkate alarak
yapmaya çalışmak oldukça yoğun ve stresli bir iş oldu. Öyle bir tempo idi ki telefonuma
gelen mesajlara bile bakamadım… Bu samimi ve güzel mesajlar için çok duygulandım sonrasında, şimdi düşünüyorum da
şükredecek ne çok şey var hayatımda.
Hamd olsun…
Yapılacak işleri bitirip evden
çıktığımda sabah saat 06.15 idi. Gece sabah ile kavuşmuştu, ben de namaz ile katıldım
bu buluşmaya.
Evet, gitme vakti gelip çatmıştı,
yüreğimde bir çocuk neşesiyle karışık bir hüzün… Gülerken ağlayan, ağlarken
gülen… Gerçi benim ortalama halim de bu ama bu sefer her iki duygu da çok daha
barizdi sanırım.
Veda zamanı.
“Hoşça kal evim, yuvam, şehrim, İstanbul’um.
Sabahın bütün güzelliği, dol
içime, yıka beni, tertemiz kıl!”
***
Evden bir başıma çıktım.
“Ahh bu benim çok kıymetli
yalnızlığım!”
Bayram öncesi İstanbul’un boşalan
caddelerinde, bir su gibi akan trafiğinde ilerlerken şehrin bu suhuletli haline
hayran kaldım, onu bakışlarımla kucakladım adeta. Arabadan inip Boğazı uzun
uzun seyretmek geçti içimden…
Evimin anahtarlarını ve küçük
birkaç parça eşyayı ablama bıraktım, ayak üstü bir 10-15 dakika sohbet ettik.
Ve ağır yükümü sırtlayarak (iki valiz, el bagajı, bilgisayar, kitap gibi birkaç
parça eşyanın olduğu bir sırt çantası, el çantam ve dahi kilolarla
ölçülemeyecek manevi yüklerim) bir taksiye bindim ve havaalanına geldim.
Kısa süre önceki bombalı saldırı geldi
aklıma, yüreğim daraldı.
“Ey esirgeyen ve bağışlayan Rabbim,
güzel vatanımı bütün belalardan koru ve kötü insanlara fırsat verme!”
***
Air Canada ile gerçekleşecek
yolculuk için biraz tedirgindim aslında. Ancak uçak tam vaktinde kalktı. Uzun
süren uykusuzluk ve yorgunluk nedeniyle de biner binmez kendimi uykunun
huzuruna teslim ettim.
Uçuş 10 saat civarında sürecek
sanırım. Uçak 11.15’te kalktı, şu an Türkiye saatiyle 14.15. Üç saattir
yoldayım demek ki… İstanbul ile Toronto arasında 7 saatlik bir zaman farkı var.
Yolculuk için yanımda birden
fazla kitap var. Sanki hepsini okuyacağım.
Kitaplardan birini açıyor ve
okumaya başlıyorum. Kitabı okumuyorum, yazarın sesini duyuyor, samimi ve
mütebessim çehresini izliyorum.
Kitap şehirler üzerinden bir
medeniyet okuması. Yazar, dünyanın farklı ülkelerindeki şehirlere yaptığı
seyahatlerdeki deneyimlerini entelektüel birikimi ile harmanlıyor ve muhteşem
ufuklar açıyor. Ben de böylesi bir yolculuğun içindeyim şu an.
Gökyüzünde bulut tarlalarını ve değişen ışık oyunlarını seyrederek ilerliyorum bilmediğim bir dünyaya doğru...
Gökyüzünde bulut tarlalarını ve değişen ışık oyunlarını seyrederek ilerliyorum bilmediğim bir dünyaya doğru...
Hayır murad ediyorum. Hikmetle
bakabilmeyi diliyorum içime ve dünyaya.
***
Uyku, uyanıklık, düşünce, seyir…
“Nagehân ol şâra vardım
Ol şârı yapılır gördüm
Ben dahi bile yapıldım
Taş ü toprak aresinde” diyen Hacı Bayram Velî geliyor gönlüme, mısralarıyla umut serpiyor...
Rahat bir yolculuk yapıyorum
şükür ki. Uçak Pearson Havaalanına iniş yapıyor. Valizlerimi almam da taşımam
da rahat çok şükür. Hemen çıkış kapısında beni bekleyen görevliyi buluyorum.
Karim, Uganda kökenli bir
Müslüman. Sohbet ederek şehre doğru ilerliyoruz. Bahçeli, tertemiz, güzelim
evler, sakin ve huzurlu sokaklar… İçim ısınıyor kente…Ve eve ulaşıyoruz, 11
Sunny…..
Karim evin kapısını çalıyor ve
biraz sonra kapıya çıkan ev sahibi benim geleceğimden haberi olmadığını
söylüyor.
Birkaç telefon görüşmesi
yapıyorlar, hayal kırıklığı içerisinde arabadan olan biteni izliyorum.
Neticede mutabakata varıyorlar,
Karim bu gece için burada kalabileceğimi ifade ediyor. Konuyu tam anlayabilmiş
değilim. İstanbul’daki şirketin görevlisini arayarak durumu bildiriyorum, saat
farkından dolayı da uykudan uyandırıyorum galiba.
Öfkeli değilim, yoğun bir endişe
de yok üzerimde, fakat insanlar daha dikkatli olmalılardı diye düşünüyor ve ev
sahibine daha önce niye yazmadım ki diye hayıflanıyorum.
***
Şaşkınım…
Derin bir nefes alıyor ve bir “lâ
havle” çekiyorum.
***
Birkaç saat içinde şirketin Toronto'daki direktörü arıyor ve üzgün bir ifade ile özür diliyor. Kısa süre içinde problemi
gidereceklerini ifade ediyor ve beni akşam yemeğine davet ediyor. Daveti kabul
ediyorum.
Allison kibar ve hoş bir hanım.
Allison kibar ve hoş bir hanım.
Güzel ve sıcak bir yemek sonrasında
taksi ile kaldığım eve dönüyorum. Taksi beklerken Kanada’nın ev sahipleri rakunlarla
tanışıyorum.
Taksi şoförü Irak asıllı.
Türkiye’de de birkaç sene kalmış. Bir parça Türkçe biliyor.
Navigasyonun gösterdiği lokasyona
geldiğimizde karanlık dolayısıyla evi bulmakta zorlanıyorum. Bu olabilir galiba
diye düşündüğüm sırada telefondaki wi-fi
çalışmaya başlıyor ve böylece doğru eve geldiğimizi anlayarak seviniyorum.
Yaşasın teknoloji😊
Kocaman bir gün böyle bitiyor.
Hayatımın en uzun günü nihayete eriyor.
Sabah 11:15'te İstanbul'dan yola çıkmış ve 10 saat yolculuk yapmıştım. Toronto'ya indiğimde ise saat 15’i gösteriyordu. Böylece sabah namazını İstanbul’da öğle namazını binlerce kilometre ötede Toronto’da eda etmiştim.
Bu uzun günün sonunda başımı yastığa koyup gözlerimi kapadığımda zaman üzerine düşünürken buluyorum kendimi. Zaman da benim gibi bir mahluk işte... Onun da bir sahibi var.
Sabah 11:15'te İstanbul'dan yola çıkmış ve 10 saat yolculuk yapmıştım. Toronto'ya indiğimde ise saat 15’i gösteriyordu. Böylece sabah namazını İstanbul’da öğle namazını binlerce kilometre ötede Toronto’da eda etmiştim.
Bu uzun günün sonunda başımı yastığa koyup gözlerimi kapadığımda zaman üzerine düşünürken buluyorum kendimi. Zaman da benim gibi bir mahluk işte... Onun da bir sahibi var.
Ey zamanın sahibi… Mekanın sahibi…Hayatın
sahibi… “Bana eşyanın hakikatini göster!”