22 Mayıs 2013 Çarşamba

Bir Yönetim Hikayesi - İnce Ayarlar II



Daha önceki yazımızda ( aşağıdaki link) İnce Ayarlar Şirketi'ni tanıtmış ve devamı geleceğini ifade etmiştik. 

Hikayenin devamı, müşteri yaklaşımını konu alıyor. 

II.

İnce Ayarlar’ı genel olarak tanıdıktan sonra biz asıl konumuz olan müşteri tarafına dönelim.

Hakkı teslim etmeli, İnce Ayarlar’ın organizasyonunda “müşteri” düşünülmüş ve onunla ilgilenecek bir bölüm bile oluşturulmuş. Hatta daha  ileri gidilmiş bu bölümün işi “müşterinin sorunlarına çözüm bulmak” olarak tarif edilmiş ve bütün şirkete duyurulmuş.

Bölüm amirleri işleri konusunda oldukça titizler. Problem çözme noktasındaki yaklaşımları, göz kamaştırıyor. Egzekütivler için hazırladıkları cillop raporlar da bunun bir göstergesi hani… Bu raporlar adeta dile geliyor ve hazırlatanın duygularına tercüman oluyor, ben varya ben… Ben… BEN… BENNN… Meydan er görsün!

Bu irfan ve iz’an sahibi idareciler “iç düzelmeden dış düzelmez” düşüncesindeler. Bu sebeple vakitlerinin büyük kısmını içeriyi düzeltmekle geçiyorlar. Şirkette yapılan her projede yer almak konusuna baş koymuş gece gündüz çalışıyorlar. Bazen, işlerin yoğun olduğu zamanlarda müşterilerden gelen şikayetleri hiç bakmadan arşivden silmek zorunda kalsalar bile fark gözetmeksizin bütün toplantılara iştirak ediyor, muhasebe fişlerinden veri tabanı yönetimine kadar her konuda görüş bildiriyorlar.

Uzmanlık ve iş bölümü bir şirkette ancak bu kadar yerleşebilir, bravo!

***
Gelelim Şakir Kübra cephesine…

Şirkette işler ilk yazıda belirtildiği üzere “tıkırında” giderken Şakir Bey’in odasına düşüyor yolumuz. Onu kurmayları ile keyifli bir sohbette bulmayı beklerken, tek başına, sıkıntılı bir vaziyette adımlarken görüyoruz. 

Belli ki bir konuya takılmış kafası. Sayın Kübra “her şeyi bilen adam” ne de olsa. Elbette ki yürürken beynin daha iyi çalıştığını da biliyor. 

İçinde küçük bir golf sahası da yer alan ve şanına yakışır büyüklükte bir alan kaplayan makam odasında ileri geri yürüyor ve bir taraftan da söyleniyor.

Anlıyoruz ki Şakir Bey "akşamdan kalma" yani akşamki aile yemeğinden!..

Meğer son günlerde sosyal medyada İnce Ayarlar ile ilgili müşteri şikayetleri yer almaya başlamış ve bu şikayetler kayınpederine kadar ulaşmış. Hata bulmak ve karşısındakinin yüzüne vurmak noktasında pek mahir olan kayınpeder fırsatı kaçırır mı hiç yapmış yapacağını. 
Zavallı Şakir Bey, aile efradı önünde rezil olduğuna mı yoksa bu şikayetlerden daha önce haberi olmadığına mı yansın!

Şirkete gelen şikayetler özel kalem 27. müdürünü aşıp kendisine ulaşamasa da tıvitır olsun, feysbuk olsun sosyal ortam bürokrasi dinlemiyor, böyle yemeğin ortasında kayınpeder diliyle ulaşıyor insana. 

Sekreterinden müşteri ile ilgili departmanın müdürünü bağlamasını istiyor. Bu adama iyice bir fırça çekip ferahlayacak...Ne yazık ki müdür, şirket dışında stok yönetimi konulu bir seminerde. 

Çekemediği fırça sıkıntısını bir kat daha artırıyor ve adımlarını hızlandırıyor.

“Acilen konu ile ilgilenecek birini bulmak gerekir” diye geçiriyor içinden. 
“1.Müdür nasıl olur? Ama o bu gibi işlerle uğraşamayacak kadar stratejik bir konumda. Evet, evet onu bu tür mevzularla uğraştırmamak gerek.”
“Peki ya 5. Müdür? Daha geçenlerde başını kaşıyacak vakti olmadığından bahsediyordu, yok o da olmaz”. 

İşin içinden çıkamıyor.

Bir kapuçino söylüyor. Koltuğunun içine gömülüp bir yudum içiyor ki dışarıdan Yetkin Az’ın sesini işitiyor. Yüzü ekşiyor… Yetkin Az kayınpederinin uzaktan bir akrabası. Bütün gün başı önünde saat tamiri ile uğraşan, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan, sesi içine kaçmış bir adam... Allah biliyor ya hiç hazzetmiyor bu adamdan. Ah o kayınpeder varya kayınpeder, o olmasa bir gün tutmayacak şirkette. 

Telefon çalıyor, sekreter Yetkin Bey’in kendisi ile görüşmek istediğini söylüyor. “Meşgul olduğumu söyle” derken zihninde bir ışık parlıyor aniden, “hayır hayır içeri gönder” diyor. Yüzüne bir gülümseme yayılıyor ve “şikayetlerle uğraşacak kişi belli oldu işteee. İşe uygun adam, adama uygun iş. Kayınpedere Yetkin, Yetkin'e kayınpeder. İşte fırsat, al birini vur ötekine. Hay aklınla bin yaşa Şakir."

Devam edecek...





7 Mayıs 2013 Salı

Geleceğin Pazarlama İletişimi Üzerine Düşünceler*


Konu: Çinli ressamlar ve Anadolu ressamlarının hikâyesi.

Kaynak: Mesnevi / Mevlana Celaleddin Rumi.

"Çinliler kendilerine güvenerek Rumlar’a [Anadolu’lular] karşı övündüler:
-‘Resim sanatında dünyada bizden daha üstünü yoktur.’
Buna karşılık Rumlar da:
-‘Hayır, bu iddianız doğru değil. Biz daha mâhir kişileriz.’ dediler. Bu iddialar adil bir padişahın kulağına gitti. Padişah:
-‘Ben sizi imtihan edeceğim, bakalım hanginizin söylediği doğru’ dedi. Çinliler de Rum diyarının ressamları da hazırlandılar.

Çinli ressamlar: 
-‘Bize bir oda verin, karşımızda bir oda da siz alın, her birimiz burada hünerlerimizi sergileyelim’ dediler. 

Kapıları karşı karşıya iki odadan birini Çinli ressamlara, diğerini Rum diyarının ressamlarına verdiler. Çinliler padişahtan yüz türlü boya istediler. Padişah renklerin hazine kapılarını onlara açtı. Çinlilere her sabah hazineden boyalar verilmekte, onlar da bu boyalarla türlü türlü resimler, süsler yapmaktaydı. 

Rum ressamları ise:
-“Ne resim, ne de boya bizim işimize yarar. Bize pasları gidermekten başka bir şey gerekmez.” dediler. Kapıyı kapadılar, duvarı cilâlamaya başladılar. Odanın kapıya karşı olan duvarını gökyüzü gibi saf, temiz ve parlak bir hale getirdiler. Nihayet Çinli ressamlar da işlerini bitirdiler. Hepsi de yaptıklarından emindi ve yaptıkları işten dolayı çok sevinçliydiler. 

Padişaha haber verildi. Padişah önce Çinli ressamların resim yapıp süsledikleri odaya girdi, resimleri gördü, bütün yapılanlar fevkaladeydi. Sonra Rum ressamlarının bulundukları odaya girdi. Padişah gelince, Rumlar iki oda arasındaki perdeyi kaldırdılar. Karşıki odada Çinli ressamların yaptıkları süsler ve resimler bu odanın cilâlanmış duvarlarına yansıdı. O odada ne varsa burada da öyle daha güzel ve daha parlak bir biçimde görünmeye başladı. 

Rum diyarının ressamlarının bulundukları oda, dille tarifi mümkün olmayan bir haldeydi ve bu haliyle Çinli ressamların odasından binlerce defa daha güzeldi…” 

Hikâyenin Seçilme Nedeni?
Hikâye,  bir padişahın sarayının duvarlarını en güzel nakışlarla süsleyecek ressamı bulmak için düzenlediği yarışmayı konu alıyor.
Önce bir ihtiyaç ve bunun talebe dönüşmesi var.
Sonra ressamlar, arz edenler, arz edenlerin pazarlama hünerleri. Strateji, donanım, rakipleri tanıma, talep edeni tanıma, pazarın analizi kısaca bütünüyle Pazarlama İletişimi.
Bunun sonucunda tercih edilme ya da edilmeme var, yani karar.  Doğru iletişim hangisi idi, neden doğruydu bunun tarifi var.
Bu hikâye bütün bu iletişimi tüm süreçleri ile gözler önüne seriyor ve gelecekteki pazarlama iletişimi için ciddi ipuçları veriyor.

Geleceğin Pazarlama İletişiminin Temelleri:
İyi gözlem.
Sağlam strateji.
Hayatla ilişkili olmak, hayattan kopuk olmamak.
Orjinalite.
Samimiyet.
İnsan’a dokunmak.
Yalın, şeffaf, sade, abartısız ancak gizemli bir iletişim dili. 
Gerçekten yola çıkarak hayalin kapısını aralamak ve müşterinin içerde dilediği yere yerleşmesini sağlamak.
Yaşayan, interaktif ve canlı pazarlama iletişimi mecraları.        

Geleceğin Pazarlama İletişimcisi Nasıl Olmalı?
Hikâyenin sahibinin dilinden tariflersek pergel gibi olmalı, yani  bir ayağı gerçekte sabittir, bir ayağı ise o gerçeği en iyi şekilde sunabilmek için alemi dolaşır.
Hayatın içinde, insanların içinde,  kendi fildişi kulesinde değil.
Sürekli gelişime ve öğrenmeye açık; ancak bilgi hamalı değil.  Bilgiyi kendine ait kılan,  bilgiyi süzüp içine alabilecek kapasitesi olan.  
Yenilikçi, teknolojiyi takip eden, yeni teknolojinin getirdiği fırsat ve tehditleri en iyi şekilde bilen ve  ihtiyaçlarına en uygun şekilde kullanan.
Toplumun dönüşümünü en iyi şekilde analiz edebilen.
İyi bir gözlemci, samimi, saygılı, dikte etmeyen.
Her türlü ön yargı ve bağnazlıktan uzak.
Reklamcılık  ve pazarlama konularının yanısıra sosyoloji ve psikoloji ile ilgilenen, ekonomi bilen, matematik ve istatistikle uğraşmayı seven.

Fırsatlar ve Tehditler ?
Bilgiye kolay ulaşma, diğer taraftan bunun getirdiği kirlilik.
Her türlü malzemenin gözler önüne serili olması ancak bunun oluşturduğu körlük.
Hayatın çok hızlı değişmesi, sürekli yenilik; ancak bunun getirdiği sanallık; bir şeylere yetişememe duygusu, eskimişlik ve tüketilmişlik hissi.
Çok sayıda insana en kısa zamanda ulaşabilme imkanı, bunun karşılığında insanlarla uzun süreli , derin ilişkiler kurmanın zorlaşması, kalıcı olamamak.
Veri toplama imkanlarının artması, buna paralel olarak gerçeğe ulaşmanın zorlaşması.
Strateji, araştırma, test, ölçme gibi bilimsel tekniklerin gelişmesi, buna karşılık işin zaman, operasyon ve parasal maliyetinin ciddi biçimde artması.

Bir Adım Ötesi?
Beni ve ben’den oluşan biz’i iyi anlamak.  Pazarlama iletişimini her ikisine de hitap edebilmek üzerine kurgulamak.
Bizin tek tip olmadığı, her küçük  biz grubundan onlarca farklı alt bizler ortaya çıktığını görmek.
Farklı seslerle bir bütün oluşturmak, bunu orkestra şefi gibi yönetebilmek, her sesi bütünün içinde duyurabilmek.
Dürüst, şeffaf ve güven içinde
Solmayan, tükenmeyen yeninin peşinde olmak.

Son Söz:
“Her gün yeniden doğarız, bizden kim usanası?”

* Bu yazı daha önce hazırladığım bir yüksek lisans ödevinden alınmıştır.