7 Aralık 2012 Cuma

Masa da Masaymış Ha!


MASA DA MASAYMIŞ HA!














Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü, yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini, çıkrık sesini
Ekmeğin, havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı, gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
...
Uykusunu koydu, uyanıklığını koydu
Tokluğunu, açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

Edip Cansever


6 Aralık 2012 Perşembe

Okuma Notları-2

KARGA İLE TİLKİ

Bir dala konmuştu karga cenapları;
Ağzında bir parça peynir vardı.
Sayın tilki kokuyu almış olmalı,
Ona nağme yapmaya başladı:
"-Ooo!Karga cenapları, merhaba!
Ne kadar güzelsiniz, ne kadar şirinsiniz!
Gözüm kör olsun yalanım varsa.
Tüyleriniz gibiyse sesiniz,
Sultanı sayılırsınız bütün bu ormanın."


Keyfinden aklı başında gitti bay karganın.
Göstermek için güzel sesini
Açınca ağzını düşürdü nevalesini.
Tilki kapıp ona dedi ki:"-Efendiciğim,"
Size küçük bir ders vereceğim.
Her dalkavuk bir alığın sırtından geçinir,
Bu derse de fazla olmasa gerek peynir."
Karga şaşkın, mahcup, biraz da geç ama,
Yemin etti gayrı faka basmayacağına.

La Fontaine (Çev: Orhan Veli)






17 Ekim 2012 Çarşamba

Mobbing


Mobbing, iş yerinde psikolojik taciz diye tanımlanıyor kısaca. Bana göre sistematik kötülük...Yani kasıtlı olarak, bile-isteye yapılan ve tekrar eden kötülükler bütünü.


Profesör Pınar Tınaz bir makalesinde mobbingin üç tarafı olduğunu ifade ediyor; mobbing uygulayanlar, mobbinge maruz kalanlar ve bir de mobbing seyircileri. 

Mobbing uygulayanlar narsist mobbingciler, hiddetli-bağırgan mobbingciler, iki yüzlü yılan mobbingciler, megaloman mobbingciler ve hayal kırıklığına uğramış mobbingciler olarak gruplanıyor. 

Mobbing seyircileri ise diplomatik izleyici, yardakçı izleyici, fazla ilgili izleyici, bir şeye karışmayan izleyici, iki yüzlü yılan izleyici kategorilerine ayrılıyor. Her ne kadar bu grup izleyici olarak nitelense de, kötülük karşısında sessiz kaldıkları ya da dolaylı da olsa katkıda bulundukları için izleyici olmaktan çıkıp yardımcı aktör pozisyonuna geçiyor ve baş rol oyuncusuyla birlikte senaryoyu uyguluyorlar.




Konuyla ilgili detaylı bilgi için makalenin linkini aşağıya ekliyorum. Gerçekten ilginç tespitler içeriyor. 


İlk bakışta mobbingden zarar görenler yalnızca mağdurlar gibi düşünülse de durum bundan ibaret değil. Mobbing onu uygulayana, seyredene, hatta hiç bir şeyin farkında olmadan sessiz sedasız çalışana ve böylece bütün işletmeye köklü zararlar veriyor. Bir kere adalet ve güven duygusu ciddi yara alıyor ve iş ortamı, yani  üzerine basılan zemin gitgide kayganlaşmaya başlıyor. Bu kaygan zemin üzerinde değil çalışmak, yürümek bile büyük bir başarı. İnsanlar kayıp düşmemek için  köşelerine çekiliyor, adeta gizleniyor. Adaletin ve güvenin olmadığı bu ortamlarda şişkin egolar, taşlaşmış kalpler, yalaka insanlar, sindirilmiş insanlar ve bitmeyen fısıltılar  kol geziyor. 

Necip Fazıl'ın Zindandan Mehmed'e Mektup adlı şiiri bana göre bu ortamı net bir şekilde gözler önüne seriyor. Üstad bu şiiri elbette mobbing düşüncesiyle yazmamıştı. Ama nasıl iyilik her isimde, her yerde, hep aynı ise, birse; kötülük te öyle değil mi? Adı mobbing olmuş, cinayet olmuş, zulüm olmuş ne farkeder? 

  
Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta! 
Baba katiliyle baban bir safta! 
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im! 
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim! 

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli, 
Kırmızı tuğlalar altı köşeli. 
Bu yol da tutuktur hapse düşeli... 
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak. 
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak! 

Bir âlem ki, gökler boru içinde! 
Akıl, olmazların zoru içinde. 
Üstüste sorular soru içinde: 
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu? 

Bir idamlık Ali vardı, asıldı; 
Kaydını düştüler, mühür basıldı. 
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı. 
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil; 
Bahçeye diktiği üç beş karanfil... 

Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'! 
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat... 
Beni Allah tutmuş, kim eder azat? 
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem... 
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem! 

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil! 
Bir yekûn içinde yazıl ve çizil! 
İnsanlar zindanda birer kemmiyet; 
Urbalarla kemik, mintanlarla et. 

Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat; 
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat... 
Yalnız seccâdemin yününde şefkat; 
Beni kimsecikler okşamaz mâdem; 
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem! 

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan! 
Dakika düşelim, senelik paydan! 
Zindanda dakika farksızdır aydan. 
Karıştır çayını zaman erisin; 
Köpük köpük, duman duman erisin! 

Peykeler, duvara mıhlı peykeler; 
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler, 
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin! 

Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar; 
Tek nokta seçemez dünyadan nazar. 
Yerinde mi acep, ölü ve mezar? 
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz? 
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz? 

Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir, 
Ne gelir ki elden, kader bu, emir... 
Garip pencerecik, küçük, daracık; 
Dünyaya kapalı, Allah'a açık. 

Dua, dua, eller karıncalanmış; 
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış. 
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış,
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İplik ki, incecik, örer boşluğu. 
....










9 Ekim 2012 Salı

Okuma Notları-1

"Bizim kadîm ve özgün medeniyet telakkimize göre cemiyet daima ferdin önündedir. Bu açıdan bakıldığında toplumun herhangi bir üyesi olan ferd ile seçkin ve tek üyesi olan hakan arasında bir fark sözkonusu değildir...

Ferd cemiyetin üyesidir ve cemiyete hizmetle mükelleftir. Bu hizmet sayesinde cemiyetin feyzi ve bereketi ferdin yolunu aydınlatır, hayatını şevklendirir...

Cemiyetteki huzuru ve istikrarı, ferdlerin emniyet ve refahını sağlamak ise hakanın vazifesidir. Diğer bir değişle efrad ve bunların teşkil ettiği büyük aile olan cemiyet hakana tevdi edilen ilahi bir emanettir. Hakan, bu emaneti, ilahî kaynakta beyan buyurulan istikamette ihtimam, şefkat ve riayet içinde muhafaza etmekle mükelleftir. 

Cemiyet ile ferd ve hakan arasında yukarıda ifade edilen manada bir ilişki mevcut değilse kadîm ve özgün medeniyet telakkimize göre hakan işlevsiz ve anlamsızdır."

Prof. Dr. Sadettin Ökten, Yahya   Kemal'in Rüzgârıyle Düşünceler ve Duyuşlar
Ötüken Yayınevi, s. 15

Kitabı okurken, Değerli Hocamın bu tespitinin işletme yönetimi açısından da ne kadar yol gösterici olduğunu düşündüm. 

Aldım kalemi elime ve 

"Var olmak isteyen bir yönetici öncelikle sevmeyi öğrenmelidir. Aksi durumda ne yaparsa yapsın  "işlevsiz ve anlamsız" olmaktan kurtulamayacaktır."

yazdım.






21 Eylül 2012 Cuma

Bir Yönetim Hikayesi- İnce Ayarlar


I. 

İnce Ayarlar

Şirketimiz İnce Ayarlar, Ütopya’da yerleşik, saatleri ayarlama işi yapar. Şirketin sahibi Şakir Kübra bir Tanpınar hayranı,  günün tarihinden 50 yıl önce yazarın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”  romanını okumuş, bu işin köşeyi dönmek için en sağlam yol olduğuna cân-ı gönülden inanmış ve elindeki 10 yüz bin Ütopik Lira sermaye ile İnce Ayarlar’ı kurmuş.

Şakir Kübra pratik adam! Ben diyeyim 10 beş bin, siz deyin 51 dört bin elemanı bir çırpıda işe almış; organizasyonu da hiç gecikmeden tamamlamış. Organizasyon şeması yatay, unvanlar 1. Müdür, 2. Müdür, 3. Müdür, 33. Müdür, bilmem kaçıncı Müdür şeklinde devam ediyor.

Şakir Bey, organizasyonu tamamladıktan hemen sonra dağıtım işine el atmış. Soyadı üstünde büyük adam! Ütopya’nın her yerinde şubeler açmış, hatta  internet, telefon gibi platformlar üzerinden dağıtım kanalları bile kurmuş. Teknolojiyi yakından takip ediyor tabii… Hele bir "ayfon" uygulaması yaptırmış ki dillere destan, Tivitır’da aylardır “tirend topik”. Uygulama “yûzır fırendli” yani bir dost canlısı bir dost canlısı ki sormayın…herkes yüklemek istiyor. Sadece bu mu, elbette hayır…tabi ki çok fonksiyonel, oturduğunuz yerden Ütopya’daki her yerin saatini ayarlayabiliyorsunuz.

Şakir Kübra’nın bir dolu hayali var. En büyük hayali ise “ince ayar yapmak”. O, yalnızca kulelerdeki, duvarlardaki, masalardaki saatlere değil, vatandaşların kollarındaki saatlere de ulaşabilmek, bunu yaparken nabız atışlarından saati takanın ruh halini anlamak ve ona göre kampanya teklifleri göndermek istiyor. Vay bee… İşte size gerçek zamanlı "Psiko Si AR EM"… İşte Vizyon...

Şirketin en güçlü yanı ortak bir değer etrafında birleşebilme. Pazarlama odaklılık herkes için çok önemli. Personel var gücüyle tek bir amaca hizmet ediyor, “KİŞİSEL SATIŞ". 

İşbölümü desen âlâ. İş ortamı iseee, son derece şeffaf ve demokratik. Öyle ki incir çekirdeğini doldurmayacak bir mesele için geniş katılımlı onlarca toplantı yapılıyor ve çoğunluğun tercihine göre karar veriliyor.

Müdirân takımımız planlı, sistemli ve basiretli bir yönetim sergiliyor. "Egzekütiv"lerin stratejik yaklaşımları ise bu gün değilse yarın "keyz sıtadi" olur. Değil "Harvırd"da, hani şu dünyanın uydusu olan ay var ya, orda bile ders olarak okutulur da Marslılar kıskançlıktan çatır çatır çatlar, bu yüzden bi dünya para ödeyerek aya yüksek yüksek lisanslar, en afilisinden "embiey"ler yapmaya gider. Sonra dön Mars’a, yaz bi "sivi", patlat bir iki ay lisanı, gelsin makam mekikleri, "si i o"luklar…

Peki ya Şakir Kübra?

Böyle üstün yetenekli insanları yönetici olarak atadığı için kendisiyle gurur duyuyor, “patron kurban olsun sana” isimli şarkıya bir "vidyo kılip" çektirerek  bütün herkese "meyil"le göndermeyi düşünüyor. 

Yani alan memnuuun satan memnun.

Bize düşen ise alkış. 

Ne diyelim? Aşkolsun, "mış gibi" atına binip te sözde kaleler fethedenlere!

(Devam edecek.)


NOT: Bu yazıda yer alan şirket, yer, kişiler tamamen hayal ürünüdür.

16 Ağustos 2012 Perşembe

Başlarken


Sehl-i Mümteni mi? O da Ne?

"Sehl-i Mümteni" yani "kolay zor". 

Sehl-i mümteni, bir söz söyleme sanatı, ilk bakışta kolay gözüken ama bir benzerini söylemeye kalktığınızda bunun ne çetin bir iş olduğunu farkettiğiniz ifadeler için kullanılıyor. 


Neden Sehl-i Mümteni? 

Çünkü blog yazarı yönetim ve sanat konularına kafa yoruyor. Gündemini oluşturan bu konular ilk başta çok kolay gibi gözükse de içine girdiğinizde ciddi emek ve sabır istiyor. 


Blog Yazarının Derdi Ne?

Bu büyük meseleleri amatör bir ruhla küçük bir kahve sohbeti tadında paylaşmayı ve bu paylaşımların kendisi ve okuyucuları için "farkındalık" oluşturmasını arzu ediyor.


Bir Teşekkür

Sehl-i Mümteni, yazarına bir işletmede yönetim işinin ne denli önemli olduğunu öğreten, bu konu üzerine düşünmesini tembihleyen ve bir yönetici nasıl olmalı sorusuna her hali ile cevap olan "iyi bir insana" teşekkür ile başlıyor. 

O kendisini bilir.

"Hey kaptan, bizim kaptan!"

İyi ki vardın,

İyi ki varsın.