I.
http://yaseminlik.blogspot.com/2018/05/toronto-gunlugu.html
II.
Toronto’daki ilk günümün son saatleri..
Karanlıkta wi-fi rehberliği ile bulduğum evin zilini çalıyorum. Ev
sahibem kapıyı açıyor. Kapı kilitli değil, şaşırıyorum. Burada insanlar
evlerinin kapısını kilitlemeden yaşayabiliyorlar!
Nora benden pek hoşlanmadı gibi,
oldukça mesafeli ve hatta bir parça kaba. Allah’tan eşi öyle değil. Hele bir de
küçük kızı var ki… bu kadar mı sevimli olur bir çocuk! Maşallah!
Betty ile hemen arkadaş olduk, sohbete başladık.
Evlerinden, kendisinden ve
ailesinden bahsediyor hiç durmadan. Büyük bir ciddiyetle neyi nerede bulabileceğimi anlatıyor. Belli ki benim gibi misafirlere alışık.
Bu bembeyaz, bahçeli, yüzme
havuzlu ev, Betty’nin anlatımıyla daha bir güzel gözüküyor gözüme:
-“Aşağıdaki mutfakta,
buzdolabında portakal suyu var. Portakal suyu benim favorimdir. Bu yüzden annem
bana hep portakal suyu alır. Sen de ne zaman istersen benim portakal suyumdan
içebilirsin Yazmin.”
Arada bir nefes alıp bana konuşma
fırsatı verdiğinde kelimeleri söyleyiş biçimime takılıyor, kıkır kıkır gülüyor.
“Yazmiiin tekrar söyle lütfeeen; bir daha, bir daha!”
Daha sonra da pişman oluyor yaptığına
ve gönül almaya çalışıyor “üzülme, ben seninle hep konuşurum ve böylece kelimeleri
doğru söylemeyi öğrenirsin.”
Öyle şirin ve doğal ki bu küçük
kız, gözlerim yorgunluktan kapanıyor ama bir türlü gitsin istemiyorum.
Nihayet annesi, yarı zorla alıyor
yanımdan. Kapıdan çıkarken dönüyor, koşarak gelip sarılıyor ve öperek iyi uykular
diliyor. Nasıl mutlu oluyorum. Benim güzel Allah’ım, sen ne güzelsin! Bu çocuğun
ortalığı aydınlatan ışığı için Sana ne kadar şükretsem az. Bu ne muhteşem bir “hoş
geldin” böyle!
Betty’cik gittikten sonra perdeyi
ve daha sonra pencereyi açıp dışarıyı seyrediyorum. Gökyüzünde harika bir ay
var. Rüzgar ağaçların yapraklarını sallıyor yavaş yavaş.
Doğduğum ve büyüdüğüm yerlerden
binlerce kilometre uzakta, hiç bilmediğim bir ülkede, hiç bilmediğim bir
şehirde ve hiç mi hiç bilmediğim insanların evinde, gecenin bir yarısı oturmuş
dışarıyı seyrediyorum.
Hakikaten söyledikleri gibi çılgınlık
mı bu?
Nedir beni bu kadar uzağa
atıveren?
“Bilemedim…”
A. yanımda olsaydı bu “bilemedim”e
kahkahalarla gülerdi yine. Varsın gülsün… Ben de bilememeye devam edeyim,
bilememeyi talim edeyim, kabul!
Bir de şu önemli soruyu ekleyeyim
arkasına “acaba mıyım yoksa ben?”
“Bilemedim şimdi…”
***
Öyleyse mısralar konuşsun:
“Ülkendeki kuşlardan ne haber
vardır
...
Yoktan da vardan da ötede bir Var
vardır
Hep suç bende değil…”
Vallahi de değil!
İyi de ne yapmalı şimdi? Bir
türkü olsa şöyle…
“Allı turnam bizim ele varırsan,
şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle”
Usulca kalkıyorum pencerenin
önünden… Merak edenlerimin mesajlarına cevaplar yazıyorum; şeker, kaymak, bal!
Ah ki ah! “Ört ki ölem” demiş şair.