30 Ağustos 2018 Perşembe

Toronto Günlüğü - 2


I. 

http://yaseminlik.blogspot.com/2018/05/toronto-gunlugu.html

II. 

Toronto’daki ilk günümün son saatleri.. Karanlıkta wi-fi rehberliği ile bulduğum evin zilini çalıyorum. Ev sahibem kapıyı açıyor. Kapı kilitli değil, şaşırıyorum. Burada insanlar evlerinin kapısını kilitlemeden yaşayabiliyorlar!

Nora benden pek hoşlanmadı gibi, oldukça mesafeli ve hatta bir parça kaba. Allah’tan eşi öyle değil. Hele bir de küçük kızı var ki… bu kadar mı sevimli olur bir çocuk! Maşallah!

Betty ile hemen arkadaş olduk, sohbete başladık.

Evlerinden, kendisinden ve ailesinden bahsediyor hiç durmadan. Büyük bir ciddiyetle neyi nerede bulabileceğimi anlatıyor. Belli ki benim gibi misafirlere alışık.

Bu bembeyaz, bahçeli, yüzme havuzlu ev, Betty’nin anlatımıyla daha bir güzel gözüküyor gözüme:

-“Aşağıdaki mutfakta, buzdolabında portakal suyu var. Portakal suyu benim favorimdir. Bu yüzden annem bana hep portakal suyu alır. Sen de ne zaman istersen benim portakal suyumdan içebilirsin Yazmin.”

Arada bir nefes alıp bana konuşma fırsatı verdiğinde kelimeleri söyleyiş biçimime takılıyor, kıkır kıkır gülüyor. “Yazmiiin tekrar söyle lütfeeen; bir daha, bir daha!”
Daha sonra da pişman oluyor yaptığına ve gönül almaya çalışıyor “üzülme, ben seninle hep konuşurum ve böylece kelimeleri doğru söylemeyi öğrenirsin.”

Öyle şirin ve doğal ki bu küçük kız, gözlerim yorgunluktan kapanıyor ama bir türlü gitsin istemiyorum.

Nihayet annesi, yarı zorla alıyor yanımdan. Kapıdan çıkarken dönüyor, koşarak gelip sarılıyor ve öperek iyi uykular diliyor. Nasıl mutlu oluyorum. Benim güzel Allah’ım, sen ne güzelsin! Bu çocuğun ortalığı aydınlatan ışığı için Sana ne kadar şükretsem az. Bu ne muhteşem bir “hoş geldin” böyle!

Betty’cik gittikten sonra perdeyi ve daha sonra pencereyi açıp dışarıyı seyrediyorum. Gökyüzünde harika bir ay var. Rüzgar ağaçların yapraklarını sallıyor yavaş yavaş.

Doğduğum ve büyüdüğüm yerlerden binlerce kilometre uzakta, hiç bilmediğim bir ülkede, hiç bilmediğim bir şehirde ve hiç mi hiç bilmediğim insanların evinde, gecenin bir yarısı oturmuş dışarıyı seyrediyorum.

Hakikaten söyledikleri gibi çılgınlık mı bu?

Nedir beni bu kadar uzağa atıveren?

“Bilemedim…”

A. yanımda olsaydı bu “bilemedim”e kahkahalarla gülerdi yine. Varsın gülsün… Ben de bilememeye devam edeyim, bilememeyi talim edeyim, kabul!

Bir de şu önemli soruyu ekleyeyim arkasına “acaba mıyım yoksa ben?”

“Bilemedim şimdi…”

***
Öyleyse mısralar konuşsun:

“Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
...
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil…”

Vallahi de değil!

İyi de ne yapmalı şimdi? Bir türkü olsa şöyle…

“Allı turnam bizim ele varırsan, şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle”

Usulca kalkıyorum pencerenin önünden… Merak edenlerimin mesajlarına cevaplar yazıyorum; şeker, kaymak, bal!

Ah ki ah! “Ört ki ölem” demiş şair.