17 Ekim 2012 Çarşamba

Mobbing


Mobbing, iş yerinde psikolojik taciz diye tanımlanıyor kısaca. Bana göre sistematik kötülük...Yani kasıtlı olarak, bile-isteye yapılan ve tekrar eden kötülükler bütünü.


Profesör Pınar Tınaz bir makalesinde mobbingin üç tarafı olduğunu ifade ediyor; mobbing uygulayanlar, mobbinge maruz kalanlar ve bir de mobbing seyircileri. 

Mobbing uygulayanlar narsist mobbingciler, hiddetli-bağırgan mobbingciler, iki yüzlü yılan mobbingciler, megaloman mobbingciler ve hayal kırıklığına uğramış mobbingciler olarak gruplanıyor. 

Mobbing seyircileri ise diplomatik izleyici, yardakçı izleyici, fazla ilgili izleyici, bir şeye karışmayan izleyici, iki yüzlü yılan izleyici kategorilerine ayrılıyor. Her ne kadar bu grup izleyici olarak nitelense de, kötülük karşısında sessiz kaldıkları ya da dolaylı da olsa katkıda bulundukları için izleyici olmaktan çıkıp yardımcı aktör pozisyonuna geçiyor ve baş rol oyuncusuyla birlikte senaryoyu uyguluyorlar.




Konuyla ilgili detaylı bilgi için makalenin linkini aşağıya ekliyorum. Gerçekten ilginç tespitler içeriyor. 


İlk bakışta mobbingden zarar görenler yalnızca mağdurlar gibi düşünülse de durum bundan ibaret değil. Mobbing onu uygulayana, seyredene, hatta hiç bir şeyin farkında olmadan sessiz sedasız çalışana ve böylece bütün işletmeye köklü zararlar veriyor. Bir kere adalet ve güven duygusu ciddi yara alıyor ve iş ortamı, yani  üzerine basılan zemin gitgide kayganlaşmaya başlıyor. Bu kaygan zemin üzerinde değil çalışmak, yürümek bile büyük bir başarı. İnsanlar kayıp düşmemek için  köşelerine çekiliyor, adeta gizleniyor. Adaletin ve güvenin olmadığı bu ortamlarda şişkin egolar, taşlaşmış kalpler, yalaka insanlar, sindirilmiş insanlar ve bitmeyen fısıltılar  kol geziyor. 

Necip Fazıl'ın Zindandan Mehmed'e Mektup adlı şiiri bana göre bu ortamı net bir şekilde gözler önüne seriyor. Üstad bu şiiri elbette mobbing düşüncesiyle yazmamıştı. Ama nasıl iyilik her isimde, her yerde, hep aynı ise, birse; kötülük te öyle değil mi? Adı mobbing olmuş, cinayet olmuş, zulüm olmuş ne farkeder? 

  
Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta! 
Baba katiliyle baban bir safta! 
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im! 
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim! 

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli, 
Kırmızı tuğlalar altı köşeli. 
Bu yol da tutuktur hapse düşeli... 
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak. 
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak! 

Bir âlem ki, gökler boru içinde! 
Akıl, olmazların zoru içinde. 
Üstüste sorular soru içinde: 
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu? 

Bir idamlık Ali vardı, asıldı; 
Kaydını düştüler, mühür basıldı. 
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı. 
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil; 
Bahçeye diktiği üç beş karanfil... 

Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'! 
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat... 
Beni Allah tutmuş, kim eder azat? 
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem... 
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem! 

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil! 
Bir yekûn içinde yazıl ve çizil! 
İnsanlar zindanda birer kemmiyet; 
Urbalarla kemik, mintanlarla et. 

Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat; 
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat... 
Yalnız seccâdemin yününde şefkat; 
Beni kimsecikler okşamaz mâdem; 
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem! 

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan! 
Dakika düşelim, senelik paydan! 
Zindanda dakika farksızdır aydan. 
Karıştır çayını zaman erisin; 
Köpük köpük, duman duman erisin! 

Peykeler, duvara mıhlı peykeler; 
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler, 
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin! 

Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar; 
Tek nokta seçemez dünyadan nazar. 
Yerinde mi acep, ölü ve mezar? 
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz? 
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz? 

Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir, 
Ne gelir ki elden, kader bu, emir... 
Garip pencerecik, küçük, daracık; 
Dünyaya kapalı, Allah'a açık. 

Dua, dua, eller karıncalanmış; 
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış. 
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış,
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İplik ki, incecik, örer boşluğu. 
....










9 Ekim 2012 Salı

Okuma Notları-1

"Bizim kadîm ve özgün medeniyet telakkimize göre cemiyet daima ferdin önündedir. Bu açıdan bakıldığında toplumun herhangi bir üyesi olan ferd ile seçkin ve tek üyesi olan hakan arasında bir fark sözkonusu değildir...

Ferd cemiyetin üyesidir ve cemiyete hizmetle mükelleftir. Bu hizmet sayesinde cemiyetin feyzi ve bereketi ferdin yolunu aydınlatır, hayatını şevklendirir...

Cemiyetteki huzuru ve istikrarı, ferdlerin emniyet ve refahını sağlamak ise hakanın vazifesidir. Diğer bir değişle efrad ve bunların teşkil ettiği büyük aile olan cemiyet hakana tevdi edilen ilahi bir emanettir. Hakan, bu emaneti, ilahî kaynakta beyan buyurulan istikamette ihtimam, şefkat ve riayet içinde muhafaza etmekle mükelleftir. 

Cemiyet ile ferd ve hakan arasında yukarıda ifade edilen manada bir ilişki mevcut değilse kadîm ve özgün medeniyet telakkimize göre hakan işlevsiz ve anlamsızdır."

Prof. Dr. Sadettin Ökten, Yahya   Kemal'in Rüzgârıyle Düşünceler ve Duyuşlar
Ötüken Yayınevi, s. 15

Kitabı okurken, Değerli Hocamın bu tespitinin işletme yönetimi açısından da ne kadar yol gösterici olduğunu düşündüm. 

Aldım kalemi elime ve 

"Var olmak isteyen bir yönetici öncelikle sevmeyi öğrenmelidir. Aksi durumda ne yaparsa yapsın  "işlevsiz ve anlamsız" olmaktan kurtulamayacaktır."

yazdım.