30 Mayıs 2020 Cumartesi

Çün Varlık Sefer Kıldı


Hz. Mevlâna'nın Mesnevî'sinde bir hikaye var, Aslan Döğmesi. Kazvinli'nin (İran'da bir şehir) birisi döğme yaptırmaya gidiyor, aslan burcundan olan bu yiğit şöyle kocaman, gösterişli bir aslan döğmesi istiyor. Böylelikle ne kadar cesur, güçlü ve kuvvetli olduğunu âleme ilan edecek belki de... 

Döğmeci işe başlıyor. 
Yiğitcik teninin acısıyla soruyor "hangi uzvundan başladın? 
Usta cevap veriyor "kuyruğundan". 
Acıya dayanamıyor Kazvinli, yapma diyor, "varsın aslan kuyruksuz olsun."
Sıra kulağa geliyor, aman usta etme, eyleme, bir kulak için bunca acı verme.
Usta ne yapsın, çaresiz karnına başlıyor aslanın. Bizim yiğit feryadı basıyor yine.
Döğmeci ne yapacağını bilemez bir halde "dünyada kimsenin başına böyle bir iş gelmemiştir. Kuyruksuz, başsız ve karınsız aslan kim gördü?" diyerek elindeki iğneyi yere fırlatıyor. 

***

Hayat ta bu hikayeden farklı değil. Gündelik telaşların peşinde savrulurken birden gerçekle yüzleşiyor ve acıyla feryat ediyoruz "yapma, bırak kuyruksuz olsun." 
Sonra, ortada ne aslan, ne döğme ne de döğmeci kalıyor. 
Yalnız iğnenin acısı...
Bitimsiz ve soğuk bir acı.

Adı ne bu acının?
Alzheimer, bazen.

Teşhisin konulduğu ve belki de hayatta en çok üşüdüğünüzü hissettiğiniz o anlardan birinde...

Hayal ile gerçek birbirine karıştığında, 
"söz" söylemediğinde, 
"el" tutmadığında...

can havliyle insanlara, kitaplara koşup şifa damıtmaya çalıştığınız her durakta, 
içinizde çırpınan şifacı yorgun düştüğünde, yetemediğinde,  
"çare" çaresiz kaldığında.

Bütün o korunaksızlıkta, 
masumiyetin en saf haline temas ettiğinizi fark ettiğinizde...

Her şeyin sarpa sardığı, işin içinden çıkamadığınız ve sonra kahkahalarla gülmeye başladığınız zamanlarda.

Geçmiş ve gelecekten kopup ana yaslandığınız ve hayatın bin bir rengi ile akmayı dilediğiniz vakitlerde.

Nihayet "kontrol" perdelerini yırtıp teslimiyete sığınmaktan başka yol bulamadığınız "hürriyet" zamanlarında.

Hep o ince sızı...
"Döğme" vakti geçti diyor. 
Artık sefer vakti. 

Tohumlar filizlensin, ağaçlar yeşersin,
çiçek kokuları güne, geceye müjdeler söylesin. 

Bir tanbur sesi gelsin uzaklardan,
bütün renkler, kokular, nağmeler el ele tutuşup ruha tılsımlı sözler fısıldasın,
Ruh, bu sözlerle çiçeğe dursun, şifa kesilsin.

Yeryüzü, bütün renklerini kuşansın,
"Âyet" olsun. 
Ne yol ne de yolcu kalsın sonunda
mecz olsun. 

***

"Varlık çün sefer kıldı
Andan dost bize geldi."
Yûnus